Dirayet

Üç saatlik filmleri izlemeye üşendiğimiz, kalın kitaplara başlamaya korktuğumuz, bozulan bir aleti tamir etmeye çalışmak yerine attığımız; kısacası sabırsız ve hevessiz yaşadığımız bu günlerde; yalnızca sabırlı ve tutkulu insanlar tarafından başarılabilecek bir kaç bilimsel dönüm noktasından bahsetmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Elbette benim bahsedeceklerim dışında binlerce hikaye var, diğer bilim insanlarına saygısızlık etmek haddime değil. 

Hikayelerden ilki, 16.yy astronomlarından Tycho Brahe’nin gezegenlerin konumu hakkında yaptığı gözlemleri konu alıyor. Kopernik dünyanın evrenin merkezinde olmadığını ve diğer yıldızlarla birlikte güneşin etrafında döndüğünü keşfettikten sonra; sorulan ikinci soru bu döngünün nasıl gerçekleştiği oldu. Brahe’nin bu sorunun çözümü icin önerdiği yöntem şuydu: Eğer gezegenler çok dikkatli gözlenip gökyüzündeki yerleri tam olarak kaydedilirse, gezgenler hakkındaki teoriler açıklığa kavuşabilirdi [1]. Bu yöntem, doğanın anlaşılması yolundaki bilimsel metodun ilk tohumudur : Gerçekliğine inandığınız bir olgu hakkında bilgi toplamak, ve cevabın bu bilginin içinde olduğunu ummak. Bugünkü deyimimizle data’nin model’e uygunluğunu test etmek. Bir an için bu işin gerektirdiği sabrı ve sürekliliği düşünmekte fayda var. Bir sene boyunca her gece yıldızları özenle gözlemleyip konumlarını kaydettiğinizi düşünün. Kaydetmekten kastım koordinat ölçümlerini hassas bir biçimde yapabilen teknolojik aletlerin sizin için oluşturdukları detaylı dosyalar değil. Quadrant ve sextant'lar[2] kullanarak; gecelerce, gözünüzü kırpmadan, üst üste bu ölçümleri hassas bir şekilde yapmaya çalışmak. Kuvvetle muhtemel miyop olmak, uykusuz kalmak, heyecandan açlığını unutmak da bu işe dahil. İşin güzelliği, yalnızca tahta ve pirinçten yapılma ölçüm aletleri sayesinde elde edilmiş gözlemleri kullanarak, o zamanlar Tycho’nun çırağı olan Kepler’in gezegenlerin yörüngelerinin daire değil de elips oldugunu keşfetmesinde yatıyor. Feynman’ın konu hakkındaki yorumu, durumu özetlemeye yetiyor aslında : "İşte ancak bu tür yorucu ve yoğun çalışmalar yoluyla bir şeyler bulunabilirdi." 

İkinci hikayenin kahramanı hepimizin evrim babası olan Charles Darwin, ve 22 yaşında başladığı, beş sene süren Beagle seferi [3]. Beş sene boyunca, deniz tutması, açlık ve kusmalara rağmen, Pasifik’in ortasında planktonların güzelliğini insanların neden takdir etmediğini düşünen, 22 yaşında bir erkekten; daha doğrusu 22 yaşında bir çocuktan bahsediyoruz. Bu seferi bitirdiğinde Darwin 27 yaşındaydı, ve yaptığı yorum şu olmuştu: "As far as I can judge of myself I worked to the utmost during the voyage from the mere pleasure of investigation, and from my strong desire to add a few facts to the great mass of facts in natural science.” . Evrim fikri ilk defa Darwin’den çıkmadı, her şeyi öngördükleri gibi antik Yunanlılar bunu da öngörmüştü elbette. Eminim ki adi tarihe geçmeyen bir çok biyolog da bu fikre katıldı, doğruluğuna inandı; ama kanıtlamak icin kayda değer hiç bir şey yapmadı. Muhtemelen üşendiği icin sıcak evindeki yumuşak koltuğunda çayını içerek evrimi onayladığını ve mantıklı bir fikir oldugunu adı tarihe geçmeyen diğer üşengeç biyologlara anlattı. Onlar da entelektüel bir konuşmanın içinde yer almanın verdiği tatminle bu fikri onayladılar. Ama hiç biri harekete geçip de bunu kanıtlamak icin gereken sabrı ve tutkuyu gösterip veri toplamadı. Bunu gerçekleştiren, kuru kuruya inanmakla tatmin olmayan, ve kanıt aramak icin üşenmeyen Darwin oldu. Adı tarihe geçmeyen biyologlar belki de Darwin’in en güzel yıllarını bir gemide harcadığını düşündü. Adım kadar eminim ki Darwin için o yıllarını Planktonların renklerini inceleyerek geçirmek, mutluluktu.

Son örnek, bana kalırsa yaşadığı talihsizliklere rağmen yılmayarak en büyük sabır örneğini gösteren bilim adamlarından biri : Fransız astronom Guillaume Le Gentil. Gentil, 1761’de Venüs’ün geçişini Pondicherry’den (Hindistan) gözlemleyebilmek için Hint Okyanusu’nda, Mauritius adlı bir adada, Pondicherry’e gidebileceği güvenli bir gemi bulmak için aylarca bekledi. Sefer sırasında, o donemde Fransızlar ile savaşta olan İngilizler Pondicherry’i ele geçirdiği için Mauritius'a geri dönmek zorunda kaldı. Venüs’ün geçişi Gentil denizin ortasında İngilizlerden kaçmaya çalışırken gerçekleştiği için verimli bir gözlem yapamadı, istediği ölçümleri elde edemedi. "Zut alors!"

Kısaca bahsetmekte fayda var. Venüs’ün geçişi (transit of Venus [4]) ender bir olaydır, ve sekiz senede bir gerçekleşir. Peki bu kadar yolu gelip Mauritius’a vardıktan sonra; gözlem şansını kaçırmış olan Gentil neye karar verdi? Sekiz sene daha beklemeye! (Bankamatik sırasında önünüzde duran insan para çekmeye çalışırken kaç dakika beklemeye tahammül edebiliyorsunuz?)

Sekiz sene sonra, 1769’da, Pondicherry tekrar Fransızların eline geçmişti. Gözlemin başarısız olması için ortada görünür bir sebep yoktu; fakat gözlemin gerçekleşeceği gece, hava bulutlu olduğu için, Gentil yine başarısız olmuştu. Doğa bazen hiç beklemediğiniz bir anda sizinle çok güzel dalga geçebilme yeteneğine sahip.

Uzun ve sıkıntılı bir deniz yolculuğunun sonunda, Gentil anavatanına geri dönmeyi başardı; fakat Paris’i terk edeli on sene olmuştu. Kendisinden haber alınamadığı icin ölü ilan edilmiş, karisi ise bu süreçte yeniden evlenmişti. Venüs aşkına!

Son hikaye diğerlerine göre daha hüzünlü bir sonla bitse de, aslında hepsinin anlattığı tek bir ortak nokta var. Şu an içinde bulunduğumuz çağ bize o kadar fazla hassas ölçüm olanağı, o kadar gelişmiş araç gereçler sunuyor ki; bir tanesi bile eksik olduğunda bir deneye sırtımızı kolayca dönebiliyoruz. Sonuca ulaşmak icin sayfalarca işlem yapmamız gerektiğini sezdiğimizde üşenip vazgeçebiliyoruz. Tek bir problem üzerinde bir seneden fazla çalıştığımızda kendimizde sıkılma hakkını görüyoruz; hatta bu durum çevremizdekiler tarafından onaylanarak geçerli hale getiriliyor. Fakat unutmamak lazım ki, insanoğlu olarak buralara kolay gelmedik. Matematik yetersiz kaldığında Calculus’u bulduk, gözlerimiz yetersiz kaldığında teleskobu icat ettik. Yıldızların görmek icin fazla uzakta olduğunu, ışığın yakalamak icin fazla hızlı olduğunu, ya da atomun tartmak icin fazla hafif olduğunu düşünüp de üşenmedik. Önemli olan sonuca ulaşmaktan çok, surecin içinde kaybolmaktan zevk almaktı. Bana kalırsa zaten başka türlüsü olmazdı, olamazdı. 

Kısacası bilim; bilinen metotlar tükendiğinde, alışılageldik ölçüm aletleri yetersiz kaldığında, elde yeterli veri olmadığında, ve inancınız olduğunda başlıyor.

[1] Feynman, 1964’de Cornell Üniversitesinde verdiği Messenger konuşmalarından ( http://en.wikipedia.org/wiki/Messenger_Lectures ) birincisinin ( Law of Gravitation ) girişinde bu örneği verir. Feynman’ın tum Messenger konuşmalarını izlemek için : http://research.microsoft.com/apps/tools/tuva/#data=3%7C%7C%7C
[2] Tycho’nun gözlemleri için ürettiği astronomik araçlar : http://www.tychobrahe.com/UK/mechanica.html